Sabah 5.30’da yola koyulduk. Beyrut’tan Güney Lübnan’a şu meşhur Nabatiye’deki Dhayra’ya doğru gidiyoruz. Güneş yeni yeni gösteriyor yüzünü. Charbel radyoyu sonuna kadar açmış müzik dinliyor. Kadın şarkıcının içe işleyen sesini tanımaz mıyım? Ama yine de emin değilmişim gibi sordum: “Feyruz değil mi bu?“ Bilmeme şaşırdı, oysa Feyruz’u bilmemek şaşırtır benim bildiğim. Daha da ileri gittim; “sadece onu değil Neval al Zogbi’yi, Amr Diab’ı,Carole Samaha’yı, Nacva Kerem’i, Julia Boutrous’u da bilir, dinlerim“ dedim. Pek sevindi Charbel.
Julia Boutros, şoförüm/arkadaşım Charbel gibi Maronit Hristiyan. Hizbullah’ın Şarkıcısı olarak bilinir. Hizbullah lideri Nassrallah’ın konuşmalarını müziğe dökmüştür. Eşi de eski Kültür Bakanı. Ülkenin birliğini ancak Hizbullah koruyabilir diye inandığı için fanatik derecede Hizbullah yanlısı bir şarkıcı. Hakkında konuşuyoruz madem deyip telefonundan bir Boutros şarkısı çaldı Charbel. Şarkı başladığı anda biz de Güney Lübnan’a yani Hizbullah’ın “kalbine“ girmiştik bile. Bilerek mi yaptı bilemem ama zamanlama harikaydı doğrusu.
Bilmeyen biri de buranın Hizbullah’ın merkezi olduğunu anlar kolayca. Çünkü yol üzerindeki direklerin tümünde Hizbullah ile EMEL Hareketi’nin bayrakları dalgalanıyor. Hizbullah gibi Şii olan EMEL Hareketi çok ama çok popülerdi bir dönem. Zamanla etkisi de üye sayısı da azaldı. Bitti sanıyordum ama varmış demek ki az da olsa. Duvarlarda Hizbullah liderleri ile örgütün şehitlerinin fotoğrafları var. Irak’ta ABD’lilerin öldürdüğü İranlı komutan Kasım Süleymani’ninkini de gördüm. Duvar sanatının bu kadar rağbet gürdüğü ikinci bir ülke sanmam ki olsun. Her boş bulunan yüzeye resimler, grfitiler, semboller çizilmiş. Şaşırtacak kadar çoklar. Onlarca örgütten söz ediyorum, düşünün artık.
Yol boyunca Hamas saldırıları yüzünden yayılması muhtemel çatışmaların hedefi olmamak için evlerini terk edenlere rastladık. Daha ileri gittiğimizde terk edilmemiş ev yoktu neredeyse. Çoğu Beyrut’a daha güvenli olduğu için gitmiş bölge sakinlerinin. Sadece Hizbullah savaşçılarının kaldığı söyleniyor.
Sınıra yaklaştıkça sol tarafımızda görebileceğimiz en uzak noktada başlayıp uzayan İsrail ile Lübnan’ı birbirinden ayıran duvarın yanından geçtik. Hizbullah’ın Pazartesi günü İsrail’e füzelerini yolladığı noktadayız artık. Karşımız İsrail. Aslında bulunduğumuz yerin Odeissi İsrail Gözlem Noktası olduğunu bilmiyorduk. BM Barış Gücü’ne mensup üç Endonezyalı askerle karşılaştık.
Sevgili İsmail Küçükkaya’nın programına bağlanıp hem bulunduğum yerin önemini hem de son gelişmeleri aktardım. Yayın bittikten sonra yolda aldığımız atıştırmalıkları yedik. Kalmak için neler yapmışız meğerse. Sonunda “tamam“ deyip dönüş yoluna koyulduk.
Güney Lübnan her an karışabilir. Hizbullah çok sayıda insansız hava aracını akşam saatlerinde İsrail’e yolladı. Yapılan tüm girişimlere rağmen savaşa Lübnan’ın dahil olması belki de an meselesi. Lübnanlı bir siyaset bilimcinin bir cümlesi var; “kontrollü gerginlik çerçevesinde sınırlı çatışmalar bunlar“ diyor adam. Yedi kişi öldü az önce, kontrollüsü buysa olmayanı nasıl düşünemiyor insan.
Bir Lübnan sitesinde, yazılanları çevirmesini rica ettim Charbel’e. Görüşlerini yazan Lübnanlıların hemen hepsi öfkeli. “Neden bizim topraklarımızda savaş çıkarıyorlar. Filistinliler için neden ölelim. Yıllardır ölmüyor muyuz“ diye yazmış biri. Ölçü müdür bunlar bilmem ama belki de ruh halleri şu sıra böyle Lübnanlıların.
O kadar güzel bir ülke ki, ama otorite boşluğundan çöp bile toplanmıyor. Kokudan burnumuzu tıkayarak gittiğimiz yerler vardı yol boyunca.
Oysa öyle bir ülke ki, 70’lerde başlayıp on dört yıl süren iç savaşta çatışanlar, radyodan Feyruz’un sesini duyduklarında şarkı bitinceye kadar kurşun sıkmazlarmış denir.
Belki de Lübnan’ın hiç bitmeyecek uzun bir şarkıya ihtiyacı var.
Umarım birileri o şarkıyı söyler.
Bitsin artık.